Önce İmge mi Gelir, Kelime mi?
Rasim Özdenören, Yazı, İmge ve Gerçeklik, İz Yay.
Nathalie Sarraute’un Çocukluk adını taşıyan anlatısı iki kızkardeşin diyaloğu üstüne kurulu. Kardeşlerden biri soruyor, öteki de çocukluğundan kalma izlenimlerini anlatıyor. Ama o izlenimleri, şimdiki durumunun görüngüsünden dile getiriyor. Bu konuşmaların bir yerinde iki kardeş arasında şöyle bir konuşma geçiyor:
“…-Bu küçücük yere annemin bayrağını diktim… onun sancağını dalgalandırıyorum.
-Bunlar kuşkusuz, o yaşta senin kafanda oluşacak imgeler, sözcükler değildi…
– Tabii ki hayır! Hatta bir büyüğün kafasında oluşacak şeyler de değildi… Bunlar hissedilmişti, her zaman olduğu gibi, sözcüklerin kalıbına dökülmeden, bütünüyle… Ama yetersiz de olsa duygularımızı algılayabilmemizi sağlayan işte bu sözcükler, bu imgeler…” (Can Y. İst. 1997, s.12).
Bu alıntının son parçasında “imge” ve “sözcük” kavramlarının özdeş anlamda kullanıldığı anlaşılıyor. Demek ki, imge ile kelimenin birbirinin yerine geçtiği ya da birbirinin yerine kullanılabildiği durumlar söz konusu olabiliyor. Ancak olaya imge mi önce gelir, yoksa kelime mi, diye bir soruyla yaklaşırsak iki ayrı kavramla karşı karşıya bulunduğumuz ortaya çıkar. Aslında örnek aldığım metinde de, imgenin ve kelimenin iki ayrı kavram olarak kullanıldığı belli olmaktadır.
Gerçekten de, anlatıcının, çocukluğunun belli bir izlenimini dile getirirken, o izlenimin, onun kafasında belli bir imge ile canlandığını, sonra o imgenin “bayrak” ve “sancak” kelimeleriyle dile getirilmeye çalışıldığını tesbit edebiliyoruz.
Diyaloğun karşı ucunda bulunan kardeş, bu kelimeleri duyunca, bu kelimelerle anlatılmaya çalışılan imgenin çocukluk zamanında aynı kelimelerle dışlaşıp dışlaşmadığını merak ediyor ve soruyor. Anlatıcı da, “Tabii ki, hayır!” diye cevap veriyor.
Bir yaşantı parçası dile getiriliyor, o yaşantı parçasının üstünden yıllar geçmiştir ve şimdi o yaşantı parçasından yalnızca belli bir izlenim arta kalmıştır ve o arta kalan izlenim dile getirilmeye çalışılmaktadır. Burada, önce bir imgenin (bir izlenim dolayımından geçen bir imgenin) varbulunduğunu söylemeliyiz. Bu imge, başkalarına aktarılırken kelimelere muhtaçtır. Önce belli bir imge varbulunmalıdır ki, onun aktarılması ihtiyacıyla karşılaşılsın. Kelimeyle ifade edilmemiş bir imge, aslında bir imge olarak varbulunamaz. Öyle bir imge ancak kişinin kafasında bulutsu (nebülöz) halinde durur: sınırları, içi, içeriği, kapsamı bellisiz bir durum…
Ama yazı da işte o bellisiz durumdan yola çıkıyor: nebülöz halindeki bellisiz durum, kelimelerle belli hale getiriliyor: imgeler kelimelerle biçim alıyor, fikirlere, kelimelerden oluşmuş tablolara dönüşüyor.
Bu yazıyı bütünüyle aktarmamın sebebi sanatsal yaratım hakkında yürüttüğümüz tartışmalara (Kalem Suresi) uygun bir arkaplan sağlayabilir oluşu. Özdenören, önce imge ile kelime arasındaki farka işaret ediyor, ardından, önce bir imgenin varolduğunu, sonra bunun kelimelerle ifade edildiğini, bu bağlamda imgenin kelimelere muhtaç olduğunu, kelimeyle ifade edilmemiş bir imgenin gerçekte bir imge olarak varolamayacağını söylüyor. “Öyle bir imge ancak kişinin kafasında bulutsu (nebülöz) halinde durur: sınırları, içi, içeriği, kapsamı bellisiz bir durum…” Fakat imgenin anlamı konusunda bir karışıklık söz konusu. İmge ile kelimenin farklı kategoriler olduğunu yazının başında anlayabiliyoruz; imge bir ‘duyusal anlık’ iken kelime bu anlığın aktarılma mekanizmasıdır. Fakat yazının sonunda bahsedilen, kafada nebülöz halinde duran imge, imge değil de başka bir şey midir? Bu ‘nebülöz hâl’, imgenin bizzat kendi tanımı değil midir? Dilin ‘varlığın evi’ olduğunu söylüyorken, evin dışarısından bahsedildiği anda imgeyi nereye konumlandırırız? “İmgelerin kelimelerle biçim alması”, kelimelerle biçim almamış imgeyi imge olmaktan uzaklaştırır mı? Bu yaklaşımda bir tutarsızlık yok mudur? İmgenin ‘varbulunması’, onun kelime kategorisine yansıtılıp ifade edilebilir anlam düzlemine yerleştirilmesine mi bağlıdır, yoksa imgeler tamamen farklı bir kategoride, anlatılabilinenin dışında yer alan farklı bir kümenin elemanları mıdır?
Yukarıda bağlantısını verdiğim öncül yazıya yaptığım yorumlardan birinde “Kelimeler değişmez. Anlamlar değişebilir, başka kelimeler ortaya çıkabilir, ama kelimelerin kendisi değişmez. Yüzyıllar önce yazılmış bir felsefe (düşünce) kitabını biz yine o gün yazıldığı kelimelerle okuruz fakat o kelimeleri bugünkü anlam düzlemimizle değerlendiririz. İkinci nokta, tarih değiştiğinde, dolayısıyla düşünceler de değişmeye başladığında kelimeler buna hızla ayak uyduramaz. Kelimelerin düşüncelere göre gelişimi geriden gelir. Düşünce ürünleri bu değişimi anlatmada gecikir. O yüzden insanın tarih içerisindeki gelişimini yazılı kaynaklardan önce sanat eserlerinden ediniriz. Bu durum görsel kelimeler ile yazınsal kelimeler arasındaki farka işaret ediyor.” derken, kelimelerin yalnızca sözsel-yazınsal varlıklar olmadığını ifade etmeye çalışmıştım. Özdenören’in de kelimeleri yalnızca harflerden meydana gelen yapılar olarak değil, en geniş anlamıyla dilin aracı olarak gördüğünü varsayıyorum. Aksi bir tutum, ‘kelimeler’ lafzıyla imgelerin bağlanması dâhilinde, anlatımın yazıya indirgenmesi anlamına gelir ki bu plastik sanatların bir anlatım içermediğini söylemekle aynı şeydir. Bu hâlde son cümlesinde kullandığı ‘tablo’ ifadesini yalnızca bir metafor olarak görmüyorum. Fakat imgelere anlatımdan doğan bir ereksellik yüklemenin, onun anlaşılmasının zorunluluğunu öngören yanlış bir düşünceden hareket ettiğini düşünüyorum. Tabii ki birkaç bin yıllık imago ‘kelimesi’, kelime’nin doğası gereği şekil değiştirip farklı anlamlar yüklenmiş olabilir; imgeyle anlatılmak istenen her ne ise, ‘kelime’lerdeki anlamsal mutlak-belirsizlikten dolayı anlaşılmaz hâldedir. Ben imgeyi, duyumsamanın sözel anlatıma zuhur etmeyen tezahürü olarak görebilirim, başka biriyse onun anlatımla ilişkisini, imge açısından da bağlı bir ilişki olarak görebilir, varlığını bu duruma koşullandırabilir. Fakat imgenin anlatım kategorisinden daha farklı bir kategori olduğunu söylemeden, ikisi arasına koyduğumuz ayrımı açıklayamayız. Bunu yaptığımızdaysa, öne sürdüklerimizin tutarlılığı ciddi bir mesele hâline geliyor. İmge ister katı bir bilimsellik dâhilinde serebral hemisferle açıklansın, ister görünenlerin kaynağı kestirilemez öznel seçimiyle, bir durumu net bir şekilde ifade eder: İmge anlatılan değil, anlaşılandır. İkisinin birbirine bağlanmasındaki tutarlılık asla bilinemez; belki antropolojik, sosyolojik ve psikolojik değişkenlerle anlaşılmaya çalışılabilir, fakat bunlardan elde edilecek çıkarsamalar bir takım tahminlerin ötesine geçemeyecektir. Ve son olarak, imgenin ‘anlatılan değil, anlaşılan’ olmasını biraz daha netleştirmek için şunu söyleyelim: İmge, (duyusal) algının zihinde şekillendirdiği görünümlerdir. Algı ‘alma’ mekanizması, algılamak ve alımlamak da süreçse, imge bu süreç sonunda ortaya çıkan şeydir. Bu şey ilk olarak, kişi tarafından ifade edilirken kişinin dilsel altyapısındaki eksiklikler nedeniyle, ardından da karşı tarafın dilsel altyapısındaki eksiklikler nedeniyle eksilir (ve bozulur). Kısaca imgelerin dile aktarılmasından ve birileri tarafından alımlanmasından sonra elde kalan, iki süzgecin de deliklerinden geçmeyi başarabilen parçalardır. Ve bu parçalar ne yazık ki süzgecin deliklerinin, yani kişilerin dilsel altyapılarının en küçük ortak katından ibarettir.
Bağlantılı okumalar: Bir Dil Çabası Olarak Sanat
Kalem Suresi (Mutlak Töz)
___________________________
Resimler René Magritte, The Palace of Curtains (1928-29) ve The False Mirror (1928)
Edit: Tanımlamam ‘şey’, ‘imge’ ve ‘im’ arasında, alımlama ve anlatma süreçlerinin sonuca dayalı farklılıklarından ötürü, bir farklılık koyma çabasında olduğundan bu kavramlara alışılmış kullanımlarının dışında bir anlam yükledim. Bu yöntem sürece ilişkin bir yorumlama yapılabilmesi için gerekli göründü, literatürde, imge’nin buradaki imgeden daha farklı bir anlamı var. Bu bakış açısı yazıya yapılan yorumlarda açıklık kazanıyor. Bu kullanım imgenin akademik anlamının dışına çıktığından öğrenci arkadaşlar bu tanımlamayı referans almamalılar.
25 yorum
Comments feed for this article
Temmuz 10, 2007 3:33 pm
kacakkova
proetcontra abi,
ben bu son iki şnemli yazını okuyamadan “kalem suresi”ni giriverdim. senin “kuram sen dur” yazının baslıgını zorlayarak kuram meselesini gündemleştirmek istedim daha cok.biraz dikkatim dağınık şu sıralar, yoğunlaşma sorunu oluyor. senin son yazıların her ikisi de mühim. aşağıdakine tolga ilk elden değinmiş bile. ben her ikisini de şimdi okudum, değerlendirmeyi sonraya bırakıyorum.eline sağlık diyorum şimdiden.
kolay gelsin.
Temmuz 10, 2007 10:49 pm
proetcontra
Teşekkürler kacakkova.
Zaten kalem suresi bu yazının önceli. İki yazı da kalem suresi’nden sonra yazıldı. Dil meselesini konuşurken sen önemli noktalara değindin, ben oradan hareket ettim. Bundan önceki yazım, Tolga’nın yorumunun ardından söylediğim gibi, oldukça hafif bir yazı. ‘Popüler kültürde imgelerin anlamı’ meselesine bir giriş olarak, sıkışıklık arasında yazılmıştı. Burada imgenin anlamını ve dille ilişki biçimini sormak, ardından bahsettiğimiz konulara yavaşça geçmek niyetindeyim. Senin yazının sonunda belirttiğin gibi, bu konu aklıma Schopehauer’u getirdi, sonraki yazıyı onun hakkında yazacağım. Belki ardından beraberce başka noktalara atlarız, kime/neye geçmemiz gerektiğine karar veririz.
Kavramları etkileşimli incelememiz hem keyifli, hem öğretici oluyor. Şimdi son yazını okuyacağım, senin de eline sağlık.
Temmuz 11, 2007 3:43 pm
defter
Merhaba,
Sitenizi yakindan takip ediyoruz.
Tum cabalarinizdan dolayi sizi kutluyoruz.
Yureginize saglik.
Borges / D / Moderasyon
Temmuz 12, 2007 1:01 am
banu
“İmgenin anlatılan değil de anlaşılan olduğu” bahsi açılmışken neden çok yerde imgenin anlaşılmayı bekleyen , dışarıya çıkmadıkça bir dil elinden tutmadıkça var olmayacak şey olarak tanımlandığını bilmiyorum. Ve ProetContra’nın bahsettiği gibi onun duyum evresi sonrasında ortaya zaten çıkmış olduğunu düşünüyorum.
Ve ilk öznelliği dışa vuruştaki seçilen dil ve onu kullanma yöntemi, tecrübesi ve diğer parametreler değil duyularla onun ediniminden kaynaklanıyor. Alıcıların bize aitliğiyle,kendi süzgecimiz ve girdimizle kendileştirerek oluşturuyoruz. Bu durumda duyumlarla gelen herşeye birer sonuç da diyebiliriz. Algı aynı zamanda yargıdır sonucundaysam eğer, oluştuğundan sözettiğim imge çok da silik bir resme sahip olmayacaktır. Sadece dışarı çıkış şartları bir dili şart koştuğundan ilk halindeki araçtan soyunmuşluğu,onu bir dille ortaya çıktıktan sonra(ikinci halinde) konu etmeye alışık olan bize onu daha soluk ve silik gösteriyor olabilir.
Düşüncenin değil de imgenin hep sınırlarının keskin olmayışından, silikliğinden bahsedilişi düşüncenin dışa açılışında kullanacağı aracın daha kolay tahmin edilebilir oluşundandır belki de.
Varoluşu alıcılarımızla buluşmasından hemen sonraki satırda geçekleşen imge muhayyile sahibinin tercihi olan dille dışa ikinci kere öznelleşerek çıkacaktır ya da onun tercihine göre hiç çıkmayacaktır. İmgenin imge oluşu, ona gerçek denmesi için bir dilin koluna girmesini gerektirmeyecek kadar akılda keskin hatlarla da çizilmiş olabilecektir.
Özdenören’in “imgenin kelimeye ihtiyacı olduğu” sözüne bir ek gerek,
“İmgenin kelimeye ihtiyacı vardır.” İfade için söz tercih edilecekse…
—-
Anlatmak istedi.Tarif edemedi. Sinirlendi. Tekmeledi taşı.Ardarda tekmeler indi taşa.
Taş oyuldu, oyuldu, oyuldu.Olmuştu.
Aklındaki resmin heykeliydi bu.
Onu orada bıraktı. Söylemek isteyip de tarif edmediğini bu heykel yok olana kadar anlatacaktı.
Yine konuşmadı adam, uzaklaştı.
—-
Temmuz 12, 2007 2:26 am
proetcontra
Bu çok güzel bir pasaj. Onlarca karışık cümleyle açıklanabilecek bir şeyin ‘imgesini’ oluşturuveriyor kafada. Teşekkür ederim.
Temmuz 12, 2007 3:57 pm
kacakkova
selam ile….
saniyorum böylece bir imge-kelime-anlam meselesi ortaya cikiyor.etkilesim halinde konulardan konulara geciyor olmanin avantajlarindan birisi bu.sürekli yeni alt basliklara dogru gecmek zorunda kaliniyor, bu da belirsiz bir üstbasligin bicimlenmesini sagliyor giderek….
meseleye gelelim….
imge ve kelime arasindaki iliski, aradaki fark meselesi önemli, buranin kurcalanmasi gerekiyor.siirde ve görsel sanatlarda imge kategorisinin tartisilmasi sözkonusu.imgenin anlamla esitlenmesi gibi bir yaklasim var.tartisilir görünüyor.”İmge, (duyusal) algının zihinde şekillendirdiği görünümlerdir” denilirse, ne imgenin kelimelerle ne de bu görünümlerin anlam’la esitlenemeyecegi anlasilabilir.
bu tanima ben, imgenin dolaysiz bir algi durumu olmadigini, ve kavrayis düzeyimize dolaysiz bir veri sunmadigini eklemek istiyorum.büyük harfle Dil, zihinsel görünümlerin olusumunda da -öncel bir yapi olarak- devrededir. ancak görünümlerin dile getirilisinde devreye giren kelimeler baska bir sorun olarak belirmektedir.
bir imgenin ifade edilmesinin bicimsel formlari arasinda dilsel ifadenin yeri olarak belirtebiliriz bu sorunu. öte yandan imge-dil iliskisi direk olarak imgenin kelimelrle olan iliskisi meselesi degildir. imgenin kelimelerle iliskisi, imge ile anlam arasinda kurulacak dolayimin baglanti noktalari olarak ele alinabilir belkide. dil ise, zihinsel görünümlerin olusumundaki yeri/konumu bakimindan tartisilmasi gereken baska bir noktadir. dolayisiyla “İmgenin ‘varbulunması’, onun kelime kategorisine yansıtılıp ifade edilebilir anlam düzlemine yerleştirilmesine mi bağlıdır?” sorusunu direk hayir olarak cevaplayabiliriz.
ancak imgenin anlam haline gelisinin tek yolu kelimeler olarak düsünülemez. cizgi, imgenin bir anlam olarak belirmesinin baska bir yoludur.
gorsel sanatlarla siir arasindaki tematik benzerlik de saniyorum belirginlesiyor böylece. benim kafami kurcalayan nokta “zihinsel görünümler” olarak hem imgelerin olusumunda, hem de bunlarin cesitli hallerde anlamli ifadeler haline gelisinde, yani bir anlam’a ulasmasinda Dil’ in konumu.dil’den önce ya da dil’den sonra bir anlam var midir, bu düzlemde?buraya bir soru isreti (?) koyarak geciyorum simdilik.
banu’nun anlatisinda bu nokta daha da belirginlik kazaniyor:
“anlatmak istedi.tarif edemedi”……..”söylemek isteyip de tarif edemedigini bu heykel yok olana kadar anlatacakti”…..anlatilmak istenilenin resmiyle, ifade edilenin bicimi arasindaki bu iliski, imge ile kelime arasindaki meseleyi degerledirmek bakimindan proetcontra’nin acilimlarini yeniden yorumlamaya aciyor…..
imgenin tek basina kelimeyle degil fakat ifade ve anlamla iliskisine dogru gecerek bu baslik icinden devam etmek gerek….
Temmuz 12, 2007 11:43 pm
proetcontra
Selamlar kacakkova,
Önce şunu belirteyim: “İmge anlatılan değil, anlaşılandır.” ifadesinin açıklığa kavuşması için yazının sonuna bir ekleme yapmam gerekti. İmge’nin alışılmış anlamının dışında bir tanımlama kullanıyorum, kelimenin manasını öğrendiğim, konusunda meşhur ve referans kitaplardan Berger’in “Görme Biçimleri” dahil kaynakların tümü imgeyi anlatılan olarak anlıyor, doğrusu ben şimdiye kadar aksine rastlamadım. Bu konuda alımlama estetiğinin kavramlarını kullanmak da istemedim çünkü bu yöntemde anla(şa)madığım noktalar var.
Büyük Dil, işte bütün mesele bu diyorum kacakkova!
İmgenin eşyanın özüyle ilişkisini anlamayı hakikatin olasılıklarını incelemeye giden bir yol olarak görüyorum. (Tabi önemini buradan almıyor, kendisi de en az hakikat meselesi kadar önemli.) Evet, konuyu biraz daha irdeleyecek bir açılım yapmamız uygun olur.
PeC cephesinde cuma gecesi yolculuk var, on gün civarında uzaklarda olacağım. Gitmeden bir iki lakırdı daha etmek, uzak diyarlarda da fırsat buldukça halaskâr elektronik ağ imkaniyyemiz vesilesiyle uzakları yakın etmek niyetindeyim. Stoklu gidiyorum, fırsat bulacağımı umuyorum ama olur da yazmaya fırsat bulamazsam MT, ÇT ya da ZBD taraflarından gelenlere alıcılarım açık olacak.
Devreleri biraz dinlendirelim, sonra yine tam güç devam…
Temmuz 13, 2007 3:07 am
banu
PeC’e iyi yolculular diliyorum. Ve imge, anlam ve dil kelime düşünce ve bilinç muhayyile ve bunların ilişkileri üzerine yeni başlıklar bulmayı umuyorum 🙂
İmgenin varoluşundan sonra bize maddeleşerek bir dille birleşip sunulmasına olan alışıklığımız, onun kaynağındaki halini o dili giyinmeden göremeyişimiz bizi onu hep metodun elinden tutarak sahneye inen şey olarak tanımlatıyor. Ama ne ad verilirse verilsin o şey varlığını bu safhadan önce tamamlıyor.
İşte tam burada anlam, dilden önce ve dilden sonra anlam, düşünce ve imge, eşyanın özü ve imge konularında açılımlara ihtiyaç duyuyorum. Hatta
düşünce, bilinç, muhayyile kavramlarının da bu işte bahsi edilesi köşelerde tutunduklarını düşünüyorum.
Ama buradan da dilden sözcüğe, sözcükten bunun ifadesi yazıya, yazının oluşumundaki sembolün seçimine kadar ardarda kapılar da açılıyor benim baktığım yerden.
PeC’e iyi yolculuklar ve dinlenmeler dilerim ve de…
Temmuz 13, 2007 6:33 pm
proetcontra
Sağol Banu…
Vakit bulamadım, ilk fırsatta imge hakkında bir iki şey daha söyleyeceğim pekiştirsin diye.
Yolda biraz Saussure’e de bakmalı galiba.
Temmuz 13, 2007 8:26 pm
kacakkova
PeC,
(valla ne güzel bir kısaltma oldu bu, gerçi wittgenstein olsaydı arıza cıkarırdı mutlaka ama olsun, biz anlaşıyoruz sonuçta!)
iyi yolculuklar, diyor banu’nun dileğini aynen paylaşıyorum……
açılan bu meseleler bana cok keyif veriyor ve mutlu edizor açıkcası…..bunlara öyle ya da böyle devam edeceğimize kuşkum yok….kaynaklara dönmeli, kimi noktalara bi daha bakmalı ve meseleleri sürdürmeliyiz….
banu olası başlıkları hayalinde canlandırmaya başlamış bile….söyleceklerimiz olduğu sürece bunları söylecek ve paylaşacağız….motorları biraz sogutmakta da fayda var ;)…
ne kadar sürecek senin yolculuğun bilmiyorum….ama yolda olmak her bakımdan güzel geliyor bana…..ben burada (!) olacagım, bir iki kaynağa bakacağım ben de bu arada, meseleleri pekiştire pekiştire devam edeceğiz demekki…..
sevgiyle kal….
iyilikler.
Temmuz 13, 2007 9:18 pm
banu
Benim de tam bir yolculuk insanı (aslında ona çingene ruh denliyordu gerçi) olduğum belli oluyor ki üstteki yorumda kaç kere iyi yolculuklar dilemişim :p Ama Kacakkova gibi biz de koordinatlarımızı değiştirmeyeceğiz şimdilik. Germenland’de MT, Başkent’de ZBD nöbette :p
Yalnız konu eğer Saussure alanına kayarsa biçim,töz, çizgi, çağrışım, ses, kelime…derken çok baş döndürücü şeyler olur. Mesela ben hemen Condillaclı Faucault’lu birşeyler söylemek için parmak kaldırırım.
Temmuz 14, 2007 2:37 am
tolga
kolay gelsin arkadas. benim de zihin biraz dinlenmede bu aralar. bu imge meselesinde herhalde diyecegin ve hepimizin tartisacagi cok sey var. iyi dinlenceler..
Temmuz 15, 2007 5:04 am
Elestirel Gunluk
Merhaba,
Herseyden once yazini ve yorumlari ilgiyle okudugumu soylemek istiyorum. Ogrendim. Dusundum. Varolan semalarimi gozden gecirdim.
Tesekkurler.
Sonra sunu soylemeli; boylesi komplex ve sofistike konuda yazmak da cesaret kirici. Insan korkuyor birseyler soylemeye ya yanlis olursa diye cunku gercekten bir sey soylemeden once soylenecek seyler uzerinde iyice bir kafa yormak gerekiyor. Ben yine de herseyi goze alarak deneyecegim.
Ben Imgeyi iki turlu anliyorum aslinda;bir zihinsel bir yapi (construct) olarak bir de sanatcinin urettigi guzeli aramada ya da ifade de kullandigi bir arac olarak.
Zihinsel yapi olarak anladigim imge dil oncesi bir olusum bir realm. Algilardan suzulmus, anlam kazanmamis, yargisal kaliplarin bulasmadigi, uzam ve zamandan bagimsiz bir hammadde. Aslinda bir na-hammade (hammadeolmamis). Ne zaman ki dil ise karisip uzerine anlam, yargilar, ve duygusal uzantilar yuklenince maddelesmekte ve kulturel bir yapiya donusmektedir. Bu siradan insanin ya da daha ozelde insanin bilme ediminin basitlesmis bir hali. Bundan sonra sanatcinin bilincli ve aktif olarak bu diloncesi hammadeyi disarda hali hazirda varolan gorsel ve sessel olanaklari kullanarak anlatimi ya da ifade etmeyi varolan dil (gorsel ve isistsel) olanaklarinin otesine tasimak icin urettigi ve kurdigi bir sey olarak anliyorum. Nazim Saman Sarisi adli siirde imgeleriyle okuyucuyu bu verili maddesel kosullarin otesine (meta otesine) basariyla tasimistir; ayriligi, yalnizligi, yaslanmayi ve daha bir nice kelimeye gelmez duyguyu imgeler araciligyla anlatmis ve en guzeli de okuyucuda bu soyut seyler somutlanmis nerdeyse elle dokunur bir seye donusmustur.
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Pırağ
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yal-
nızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için
Lejyonerler Köprüsü’nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı….
Temmuz 16, 2007 1:38 am
kacakkova
merhaba eleştirel günlük,
imge’yi böyle ikili bir boyutta kullanıma sokmak, olası sorunları bertaraf eder gibi görünmektedir kesinlikle, ama bu çözüme yine de rağbet etmememiz gerektiği kanısındayım. elbette yararlı ve kullanışlı bir ayrımdır bu, ancak bizi bir yere kadar getimektedir.dildışı ile dil arasındaki ilişki?ya da ayrımları netleştirmek gerektir.
imge, hem zihinsel bir yapı, hem de ifadenin bir aracı olarak düşünülecekse, meseleyi sadece ertelemiş oluruz sanıyorum.bu bölümlerin birbiriyle ilişkisi nedir? diye sorduğumuzda, benzer sorular yeniden önümüze çıkar. imgenin zihin ve kavrayış sürecimizdeki yeri nedir? imgenin dilsel bir kategori olarak dildışı ile bir ilişkisi var mıdır? kelime mi öncedir, imgemi sorusunda, bahsedilen neye göre önce ya da sonralıktır? estetik alanınında ötesinde bir kategori olarak imgeyi nasıl değerlendirebiliriz.
imge konusunu, resim ya da şiir alanından (sanat) koparmadan fakat orada da bırakmadan felsefı/kuramsal alanda kalarak sürdürürsek, hazır yukarıda bazı isimler zikredilmişken (Sausseure, Foucault, Condillac) ben de bir ismi özellikle belirtmek isterim: Merlaue-Ponty. “Algının fenomenolojisi”, ya da “Göz ve Tin” imge meselesinde başka şeyler söylecektir. acaba imgeyi “görünür ile görünmez” arasında bir yere yerleştirmek mi gerektir, diye sorasım geliyor mesela?ah bi yapabilsek bunu!agh!!
Temmuz 16, 2007 3:53 am
Elestirel Gunluk
Kacakova tesekkurler! Guzel bir merak ve caba gibi gorunuyor imgenin boylesine aklin mikroskopu altina sokmak. Ben burada size bol sans dilemek istiyorum cunku bundan otesi ozel bir cabayi gerektiriyor ve buna zamanim oldugunu pek zannetmiyorum.
Ancak bu tartismayi yine de merakla takip edecegim.
Ponty’den sozetmisken belki “inalienable presence” kavrami bir derinlik katabilir tartismaniza.
Bir de postmodern baska bir soruyu size birakayim (aslinda saka diye de alinabilir bu). Dildisi dedigimiz sey sahip oldugumuz dile dayali bilme olanaklarimizla bilinebilir mi acaba? Bilinemeyecekse ya da bilinecekse bundan nasil emin olacagiz?
Temmuz 18, 2007 10:18 pm
kacakkova
haklisin elestirel günlük,
bu tür meselelerin gelistirilmesi bir yogunluk gerektiriyor ve bu da zaman bagli…..umarim zaman bulabiliriz hepimiz…..
sorunuzu ise direk saka gibi algilamayi tercih ediyorum…..;)
bu asla emin olamayacagimiz bir sey cünkü…..
bu arada proC abiye yarasin demek istiyorum….ola ki demleniyordur bi yerlerde…..;)
Temmuz 20, 2007 3:06 am
Felsefi Şiir hadisesi « Mutlak Töz
[…] direk ya da dolaylı olarak sanat ve hakikat bahsini, kuram sorununu ya da proetcontrada ki imge meselesini düşünmem oldu. Kayıran, sanıyorum bu meselelere ilişkin oldukça tartışmalı ve fakat […]
Temmuz 21, 2007 10:04 pm
proetcontra
Tekrar selamlar dostlar…
Döndüm yine meskenime. Ne olmuş ne bitmiş sizden tarafta diye şöyle bir gezintiye çıktım zira tatil boyunca vaktim olmamıştı. Kacakkova cephesinde felsefi şiir meselesi açılmış, Banu kondilak’ı, fuko’yu borçlanmış, orijinden neler neler anlatmış… Yazısından sonra hemencecik Pollock geldi aklıma, daha bir iyi anladım derdini. Tolga dinlenmeye devam ediyor, ardından sert esecek gibi… Ve eleştirel günlük hoş gelmiş, sefalar getirmiş… Geleyim yorumların yorumlarına.
Dostum kacakkova, ben meselelere el atmadan onları tanımlamış olmadığımızı düşünüyorum. Her birimizin ayrı edinimleri ve birikimleri öyle açılımlara gebe ki çabalarımız bir sonuca, belki sonu olmayan bir sonuca gidiyor; bir yerlere gidiyoruz.
Sevgili Banu, parmağını kaldırma koşulunu Saussure’e bağlamışsın, umarım vakit buluruz ve bağlarız bağları oradan buraya.
Tolga kardeş, dinlen dinlenebildiğin kadar. Toparla kendini, zihnini boşalt. Ne de olsa bu konuları hep konuşacağız, dönüp dönüp geleceğiz. Üç beş yüzyılda oturmamış meseleleri üç beş günde toparlayamayız ya!
Eleştirel günlük, öncelikle hoşgeldin. İlgin için teşekkür ederim. Cesaretin kırılmasından bahsetmişsin, bu anlaşılır ama mantıksız. Çünkü hepimiz eksiklerimiz ve yanlışlarımızla öğrenmeye devam eden insanlarız burada. Gerçekten bir şey söylemeden önce söylenecek şeyler üzerinde iyice bir kafa yormak gerektiği doğru, fakat bu her alanda geçerli değil mi? Annenle, sevgilinle/eşinle, arkadaşınla konuşurken farklı bir yöntem mi izliyorsun? Burada kimseye tutarlı olma konusunda da bir sorumluluk yüklenmiyor, yeter ki birbirimizden bir şeyler öğrenebilelim.
İmge meselesine gelince, benim imgeyle im arasına kendi kafama göre koyduğum ayrımı ‘yapı ve araç olarak imge’ ile bertaraf etmişsin. Bu hareketin süreci anlamlandırabilmek adına benim çabamla benzer doğrultuda. Ama benim farklı anla(tı)mlara ihtiyaç duymamın sebebi, kacakkova’nın çok net bir biçimde söylediği gibi dil-dildışı meselesinin yarattığı sıkıntı. Nazım’ın şiiri için teşekkürler, anlatıklarını/anlattıklarımızı güzel bir biçimde tutarlıyor. Gitmeden son bir hamleyle ortalığı karıştırıp “Dildışı dediğimiz şey sahip olduğumuz dile dayalı bilme olanaklarımızla bilinebilir mi acaba?” diye sormuşsun. Bu soru bana ilk elde Schopenhauer’un, bilinen dünya meselesinde Kant’a eklemeye çalıştıklarını hatırlattı. Fakat derhal sahip olduğumuz dil’in neyi tanımladığı sorusu aklıma geldi çünkü bu da belirsiz.
Ve kacakkova, mesafe fazla olmasa nerede gördün beni, nasıl tanıdın da suçüstü yaptın diyeceğim:) Kafayı çekmedim ama demlendim yine farklı şekilde… Demlenmek de türlü türlü değil mi ne de olsa? Eyvallah diyelim… Fakat demlenmekten de güzeli, güneşin doğuşuyla açılıp batışına kadar sonsuz mavinin içinde olmak… O durumda ‘imgeler’ nasıl da uzaklaşıyor, şekil değiştiriyor, gerçeklik algısı nasıl garip bir hal alıyor, sorun dediğimiz sorunlar sorun olmaktan nasıl uzaklaşıyor… “İmgeyi “görünür ile görünmez” arasında bir yere yerleştirmek mi gerektir” soruna bir şekilde cevap verebilirdim bundan önce, ama şimdi yalnızca agh! diyebiliyorum senin gibi.
Toparlamak istedim ama yazmaya da fırsatım olmadı, zihnim dinlence havasından kurtulup kendine geldiğinde ekleyeceğim aklımdakileri.
Temmuz 23, 2007 11:21 am
banu
“O durumda ‘imgeler’ nasıl da uzaklaşıyor, şekil değiştiriyor, gerçeklik algısı nasıl garip bir hal alıyor ” cümlesi okuyanı zaten bir Pollock yapıverecek cinsten 🙂
Temmuz 23, 2007 6:24 pm
kacakkova
ProC göründün demek,
selamlar…..
valla demlendigini/demlenecegini sezdim 😉 desek daha dogru olacaktir….bu mevzularin üzerine demlenmek gerektir……bir yerden bir yere gidilmis o halde demlenmek gerektir diye düsündügümden herhlalde……demlenmek de türlü türlüdür elbette…..sarapla siirle askla ya da…..sonsuzla…..”günesin dogusuyla batisi arasiindaki sonsuz mavi”nin imgesi nasil bir sey olabilir ki acaba….yakalanamaz, belirlenemez, ucucu “imge”……iste….
neyse proC, acele etme bu halden cikmak icin…..dinlenmekse dinlen…..muhkem……
aklindakileri dinlemek icin dinleniyoruz bizde…..
Temmuz 28, 2007 12:06 am
orcrist
hepinizi takdir ediyor saygıyla selamlıyorum
Temmuz 29, 2007 5:56 am
proetcontra
Orcrist, sevgiler saygılar bu yandan. Bekleriz her vakit.
Temmuz 31, 2007 6:44 am
Schopenhauer’un Sanat Anlığı «
[…] İmge-Dil İlişkisi‘nde belirtilen imge ile şey arasındaki ilişki, bu bakımdan fenomen ile numen arasındaki ilişkiye benzetilebilir. İşte burada Schopenhauer, sanatçıyı şey’in duyumsanışı konusunda özel bir yere koyar. Ona göre sanatçı, şeylerin doğasına ait olanı sezebilme yeteneğine sahiptir. […]
Kasım 13, 2008 5:10 pm
burçin
bence imge Zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, hayal, hülya.Veya ruh bilimi Duyu organlarının dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imajdır…
Kasım 13, 2008 5:54 pm
Anonim
saçma