Sorgulama Sürecine İkici Bir Yaklaşım’ın son kısmı töze odaklanıyor. Ben töz kavramını ‘kalbî’ ile karşıladım, aklın dışındakini tanımlayan kavramı kendi toplumsal literatürümüzdeki ‘kalbî’ ifadesiyle daha iyi ifade edebileceğimi düşündüm. Ama bu kelimeyi geleneksel çağrışımlarla okumak yerine vermeye çalıştığım saf bağlamında değerlendirmek daha faydalı olabilir.
Kendi-Tözsel Çıkarsama
Aşkın inancın kabulü (aşkın iman) salt akılla mümkün değildir. Çünkü inancın kabulü eksiksiz bir doğrulama gerektirir; içkin Aşkın’ı asla kapsayamayacağından, içkin olarak, salt aklımızla aşkın inancın tüm sorularına cevap veremeyiz. Bu noktada devreye ikinci karar mevkii ‘kalp’ girer. Akıl içkin’e, ‘işleyiş’e, ‘birikim’e duyulan saygıysa, kalp de ‘öz’e duyulan saygıdır. Bu iki saygı sentezlenmedikçe ‘varoluş’a olan saygı asla gerçekleşemeyecektir; buysa varlığın inkarı ve aşağılanmasıdır. Varoluş akılla beraber kalbi de içerir, bu düzgü atlandığında varoluşla ilgili sorunlar ortaya çıkar; zira var olanlar olarak varoluşu inkar edemeyiz. Hakkımızda (ontolojik olarak) tek apriori varolduğumuzdur, bu varoluş aşağılanmayı kaldıramaz. Rasyonel düşünce ve pozitivist algının eksikliği burada yatar. Tüm olaylar bir yere kadar algısal-çıkarsamayla açıklanabilir, ancak bir yerden sonra bu yetersiz kalır, sıra tözsel çıkarsamaya gelir. Muhakeme sürecinin işleyişi budur.
(Buraya bir not düşmekte fayda var: kendi-tözsel-çıkarsamamızın mahiyetini kavramanın olanaksızlığından ötürü onu geleneksel ‘kalbî’ kavramıyla özdeş tutmuş olsam da, bu kelimeyi her kullanışımda kelimenin geleneksel anlamından ziyade ‘töze ait olan’ ifadesini belirtmeye çalıştığım anlaşılsın. Evet, kalbî olanın niteliği tartışılabilir; ancak töze ait olanın kalbî olanla bir olup olmayışı da belirsizdir ve bu belirsizlik kendi varlığımız’daki anlaşılamayanı belirtme çabası gibi zor ve belki anlamsız gelebilecek bir çabaya sebebiyet verir. Algılanamayan ve anlaşılamayan olması, bu kavramların benim şu anda kağıt üzerinde anlatmaya çalıştığım ‘şeyler’e birebir gönderme yapmamı olanaksız kılar; demek ki çabam bu kavramı / kavramları açıklamaya çalışmaktan ziyade, tözün varlığından bahsetmek, ya da, gönderme yapılan şey(ler)i ortaya çıkarmaktan çok gönderme yapma eyleminin ta kendisidir.)
Kalbe verilen önem dogmatik olma anlamına gelmez, ancak böyle anlaşılmaktadır. Bu durum aklın işleyişini kavrayabildiğimiz halde kalbin (tözün) işleyişini kavrayamayışımızdan kaynaklanır. Kendi sürecimize hakim olma arzusu, benliğimize, kendi varlığımızı bilebilmemiz ve anlayabilmemiz gerekliliğini dayatır; halbuki tözsel işleyiş süreci algı alanımızın (ki bu alan ‘birikim’lerle sınırlıdır) dışında kalır. Halbuki sınırlarımızın ne olduğunu asla bilemeyiz*; bu bakımdan kendi benliğimizi bilip anlayabilmemiz ve ona hakim olma gerekliliği hissetmemiz bir yanılsamadan ibarettir. ‘Aşkın’ ın evrensel kümesindeki içkin olarak aşkını anlama çabamızda (bu çaba yalnızca bir karar süreci gerektirmesi sebebiyle anlamlıdır; zira aşkını tam manasıyla yahut gerçekten anlamamız mümkün değildir, ancak ‘varoluş’un kendi varlığı bir anlama çabası (kendini anlama çabası) gerektirir. Bu çaba bir çeşit sorgulamaya ihtiyaç duyar. Varoluş anlamsal olarak daima bir ve aynı olduğundan aşkını anlamaya çalışması, yani, aşkının varoluşunu sorgulaması, kendini anlamaya çalışması ve kendi varlığını (var olduğunu, ne olduğunu) sorgulaması demektir. Bu bakımdan varoluşumuz Aşkın olmasa da içkine göre aşkındır ve bizim hakkımızdaki -şimdilik, en başta- tek gerçektir.) bir karar süreci gerekliyse, bu karar da yine içkinliğimiz hasebiyle akılla beraber kalbi (tözü) de kapsamak durumundaysa, karar aşamasının sonuca giden yolunda ikisi de varolduğundan birinin diğerinden daha önemli olduğunu söyleyemeyiz. Birinin eksikliği süreci yarım bırakır, ne kadar yol katedilmiş olursa olsun, sonuca ulaşılamayacağından işleyiş geçersizleşir.
___________________________
*”İnsanoğlu kendi aklının büyüklüğünü ve gücünü tahmin bile edemez.”(G.F.Hegel) Kalbî (tözsel) olanın ne demek olduğunu asla tam olarak bilemeyeceğimizden, Hegel’in burada ifade ettiği aklın büyüklüğü ve gücünü bizim bahsettiğimiz sınırsızlık şeklinde okumak yanlış olmayacaktır.
16 yorum
Comments feed for this article
Haziran 17, 2007 12:37 am
tolga
Ben dediklerinizde suna gonulden katilmaktayim.Anladigim kadariyla kendi sozcuklerimle dokeyim:
Asla tumden Askin olani bilemeyecek olsak da “itikat” (faith) dogmatiklik degil varolus surecinin olmazsa olmaz bir parcasidir..
Tabii buradan “fasizm”in temelinde de boyle seyler vardir diyecekler olacaktir. Ama simdilik zamanin da kisaligindan devam edemiyorum.
Boyle fikir dolu bir blogu gormek de cok guzel bu arada.. Selamlar.
Haziran 17, 2007 2:09 pm
proetcontra
Selamlar Tolga…
Evet, bunu kastediyorum. İtikat mahiyetini tam olarak kestiremediğimiz bir süreçle şekillenebileceği gibi dogmalarla da şekillenebilir, bu kestirebilinemezliği onun dogmatik olup olmadığını anlamada yetersiz kalır. Ama bu hâli onu reddetmemize sebebiyet veremez, çünkü sonucun ne olacağı değil sürecin kendisinin varlığı önemli olan. Faşizmi ne olarak anlamam gerektiğini açıkçası bilmiyorum, onu erk ve yetkinin tekilliği olarak ele alarak şunu söyleyebilirim: Sürecin bir diğer parçası da akıl; yani kalben en güçlü olanın ben olduğuna ve iktidarı hakettiğime dair bir hissiyatım olsa da, rasyonel süreç bu hissiyata kapıları kapalı tutar, buna izin vermez, çünkü aklen -nesnel olarak- bunun doğru olmadığı ortadadır. Ha doğru kabul edildiği zamanlar olmuş, akıl bu kapıyı açmış, bunun doğru olmadığı da zaman içerisinde anlaşılmış.
Senin beğenmiş olman ayrıca gurur verici, yorumun için teşekkürler. Her zaman beklerim çaya kahveye.
Haziran 17, 2007 11:38 pm
tolga
“İtikat mahiyetini tam olarak kestiremediğimiz bir süreçle şekillenebileceği gibi dogmalarla da şekillenebilir, bu kestirebilinemezliği onun dogmatik olup olmadığını anlamada yetersiz kalır.”
Kesinlikle. Benim diyeceklerimi dememe gerek kalmamis zaten.
Yakinlardasiniz galiba, memnuniyetle icmek isterim cayinizi birgun.
Haziran 19, 2007 12:05 am
proetcontra
Sevgili Tolga blogunda bana da yer vererek çeviri ve kavram ekseninde dil sıkıntılarına değinmiş. Teşekkür ediyorum, ayrıca ardından benim bu yazılarda vermeye çalıştığım elemanları eleştirerek onların eksik(lik) veya yanlış(lık)larını ortaya koyup bu yazıların daha anlamlı ve geçerli temellere oturmasına yardımcı olacak sanırım. Eleştirilerini “Sorgulama Sürecine İkici Bir Yaklaşım IV” olarak vermeliyim…
http://carpimtablosu.wordpress.com/2007/06/18/anladin-sen/
Haziran 19, 2007 4:47 pm
tolga
Akif,
Boyle bir zemini bizlere sundugun icin ben sana tesekkur ederim.
Gecerli temellere oturtmaktan ziyade attigin kavramlar uzerinden bir tur zihin jimnastigi yapalim amacindayim. yalniz yogunluk aldi bugunlerde yine beni, biraz zamana ihtiyacim var,,, kolay gele.
Haziran 20, 2007 1:54 am
kacakkova
iyi geceler efenim…..
1 ve 2’yi okuyamadım……okuyunca muhtemelen aşkın, içkin, tözsel, kalbi gibi terimlerle kurmak istediğin yapıyı daha farklı anlamam sözkonusu olacaktır…..sonra yorumlarda tolga’nın anladığı şekilde meseleyi anladığımı ve senin bu anlayışa onay verdiğini gördüm…..
ahmet inam’ın “gönül felsefesi”ni anımsattı bana bu “kalbilik” bahsi, fakat ne kadar alakası vardır senin yaklaşımınla bilemiyorum…..gelmişken bir selam edip iki satır kelam edeyim diyorum….
itikatın, mahiyeti kestirlemez bir yerle ilintilendirilmesi bana çok tuhaf gelmiyor……Kant akla tercüme edemeyeceğimiz şeyleri metafiziğin zorunluluğuna bağlarken de nitekim haksız değildi…..Aşkın olan bilgiye kapalıdır ve fakat akıl bu aşkın olanı düşünmeden edemez…..bana daha ilginç gelen nokta, bu itikat meselesinin, varoluş sürecinin olmazsa olmaz bir parçası olarak alınması…..böyle bir bilgiye (bu bir bilgiyse eğer) nasıl varıyoruz?….ikincisi, itikatı soyut bir kavram olmaktan çıkarırsak, her tür itikat varoluşun bir parçası olarak olduğu gibi geçerli midir….
yoksa bir noktada aklen başka bir bilgi mi devreye girmektedir, giriyorsa nasıl girmektedir?…..aklın (nasıl oluyorsa -nesnel olarak-) doğru olmadığını bildiği bir “şey”, varoluşun olmazsa olmaz bir parçası olmaya devam ediyor mu?…..
Haziran 20, 2007 1:19 pm
proetcontra
Sefalar getirdin kacakkova.
Evet, ben itikatın mahiyeti kestirilemez bir yerle ilintilendirilmesini, elimden bıraktığım kalemin yere düşeceğinin algısı kadar tabii buluyorum.
İtikat meselesini varoluş sürecinin olmazsa olmaz bir parçası olarak görmüyorum, veya görebilirim, emin değilim, ama yazı bundan farklı bir şey söylüyor. ‘İtikat’la neticelenen sorgulama sürecinin akılla beraber tözden de beslenmesi gerektiğini, tözün gerekliliğinin yadsınmasının kabul edilemez olduğunu söylüyor.
Aklın doğru olmadığını bildiği bir şey, kendi-algısal çıkarsama diye tanımladığım süreçte FF almış anlamına geliyor, bu ‘şey’in kabulü varoluşun olmazsa olmaz bir parçası olarak nitelendirilemez. Aslında varoluşun olmazsa olmaz parçası süreçle ortaya çıkan çıkarsamalar değil, çıkarsama yaratma mekanizmaları.
“İtikatı soyut bir kavram olmaktan çıkarırsak, her tür itikat varoluşun bir parçası olarak olduğu gibi geçerli midir?” fevkalade açılımlara gebe bir soru. İtikatı varoluşla ilişkilendirmeyip, itikadın varoluşu hakkında (süreci bağlamında) konuşutuğumun farkında olarak, belki şöyle başlayabiliriz: İtikatın soyut bir kavram olmaktan çıkması onu neye dönüştürür? Bu yeni itikat’ı tanımlayabilir misin? Ondan sonra onun oluşu hakkında fikir yürütelim.
Haziran 21, 2007 11:07 pm
tolga
Basnot: 4. kez mesaji atiyorum bakalim gidecek mi?
Bu yazilanlari gorunce laf arasina cok kisa birsey soylemeden edemedim. Akif’in “İtikat mahiyetini tam olarak kestiremediğimiz bir süreçle şekillenebileceği.. ” derken bahsettigi, yani kestirilemez olan itikatin yonlendigi seye Badiou Olay (Event) diyor.
Itikatin ustune bastigi onceden belirlenmis dogrular degil ama bu onun onceki, gecmisteki birikimden bagimsiz kilmaz. Cunku gecmis, bana gore, uzerine ayrik olaylar zinciri serilmis bir sirekliligi ifade eder.
Bu baglamda itikati Walter Benjamin’e donup degerlendirirsek Olay’a baglilik gelecegin degil gecmisin kurtarilmasidir. Dolayisiyla Olay, bir tekrarlama olarak degil ama gecmisin reflekslerini tekraralama olarak algilanabilir. Olay’in otantikliginin sebebi de budur bir bakima.
Haziran 22, 2007 2:15 am
proetcontra
Elbette, yorumların yazıyı aydınlatıyor.
Badiou okumadım, terminolojisini bilmiyorum… Ama itikatin yönlendiği şeye Olay diyorsak yönlenme eylemine oluş demekte bir sakınca yoktur herhalde. Bu durumda süreci oluş olarak da okuyabiliriz.
İtikatin üstüne bastıklarının doğruluk ölçütü rasyonel mi, değişebilen öznel değerler mi olacak bilemiyorum, ama itikatin yönlendiği şey olarak olay, kendi içeriği doğrultusunda geleceği de kurtarmayı vadedebilir gibi geliyor bana. Bu vaadin geleceğe dönük olabilirliğinin, geçmişin reflekslerini tekrarlayan varlığında bir tutarsızlık olması gerekmiyor sanki…
Badiou’nun alternatif yaklaşımının önemli olduğunu duymuştum, incelemek gerekiyor demek ki…
Haziran 22, 2007 2:24 am
proetcontra
Evet Tolga, yorumların spam olarak gelmiş, fark etmemişim. Çok fazla spam geldiğinden onlara bakmıyordum. Bundan sonra kontrol ederim.
Haziran 22, 2007 7:50 pm
tolga
Ya wordpress bazen oyle garip isler yapabiliyor. Dun kendi kullanici adimla kendi bloguma mesaj attim, onu bile “spam” saydi bir ara. Sonra “log out” olunca, mesajimi gecerli saydi.
Evet, Badiou’nun dediklerilye ugrasmak ve anlamaya calismak gerekiyor. Konseptleri ozellikle kume teorisiyle iliskilendiren bir adam Badiou.
Haziran 22, 2007 10:26 pm
kacakkova
“varoluşun olmazsa olmaz parçası süreçle ortaya çıkan çıkarsamalar değil, çıkarsama yaratma mekanizmaları”…..
“Itikatin ustune bastigi onceden belirlenmis dogrular degil ama bu onun onceki, gecmisteki birikimden bagimsiz kilmaz.”
meseleyi epistemeolojik noktaya çekeceğim.her iki ifadeye karşı bir kaç soru(nu)m var:
“çıkarsama yaratma mekanizmaları”nın varoluşun olmazsa olmaz koşulu olduğunu nasıl bilebiliyoruz.bu bir bilgi midir yoksa yine itikat yoluyla çözdüğümüz bir şey midir?
neyi geçmişten ve süreklilikten bağımsız kılabilirz ki?başka türlü olamayacağı için itikat, çizginin beri tarfında değerlendirilmek durmundadır.
burada dil dışı olanla dilsel olan arasında bir bağıntı kurmak çabası ve arayışı sözkonusuysa, bunun metafizik olarak mümkün ve fakat epistemolojik bir mesele olarak na-mümkün olduğunu belirtmek istiyorum. her tür bağıntı girişimi bir düzine teorik ihlal ile olanaklı olabilir.böyle bir ihlal mümkün ama teoride geçerli olacak sonuçlara buradan varmak mümkün değildir.
tartışmayı bu eksenden sürdereceğim.
sevgiler.
Haziran 22, 2007 11:20 pm
kacakkova
ahah beni yorumda mı gelmemiş nedir?
Haziran 22, 2007 11:58 pm
proetcontra
Aslında meselenin kendisi epistemolojik diyebiliriz. Sorgulama sürecini karar mekanizması olarak da değerlendirebiliriz. Yani insan olmanın gereği. Bunun nasıl bir bilgi olduğunu doğrusu bilemiyorum. Akıl sahibiyiz, ve önermeme göre başka bir karar mekanizmamız daha var, çıkarsamalarımızı bu ikisine göre yaratıyoruz. Mutlak Töz’e giriyorum, yazıları gözden geçiriyorum. Aklım mevcut verilerle buranın yazarının kacakkova olduğu sonucuna varıyor. Başka veriler benim kacakkovanın Adorno hakkında ciddi bir birikimi olduğu çıkarsamasına götürüyor. Kacakkova kişisiyle benzer entelektüel ilgilerim olduğunu ve benzer bir dille konuştuğumu fark ediyorum. Yoruma dayalı iletişime geçiyorum, bu iletişimin biçimi beni kacakkova’nın sohbetinden keyif aldığım çıkarsamasına götürüyor. Bu keyfin benim kacakkova hakkında pozitif fikirler şekillendirmeme sebep olması, fikirlerin niteliğine göre akli ya da tözsel olabilir. Tüm bu mekanizmayı benim varlığımın (kendi varlığımdan ne anlıyorum?) koşulu olarak görüyor olmam bir bilgi mi yoksa itikata dayalı bir olgu mu, hatta belki itikata dayalı bir bilgi mi, bunu bilemiyorum.
“Yoktan var etme” klişesini gerçeğe döndürmeyi başardığımız anda geçmişten bağımsız ol(durt)mayı da başarabiliriz belki. Bu konudaki düşüncelerine katılıyorum.
Tartışmayı sürdüreceğin eksen tam olarak ifade etmeye çalıştığım şey: Kendi alanımıza indirgediğimiz bir dil var ve bu dilin, kendisinden indirgendiği şey’den (senin tanımınla dil dışı, belki buna meta-dil de diyebiliriz) ilişkisi bilinemez. Dil dışının neliğinin bilinemeyeceğini, dahası, bilinmesi gerekmediğini söylüyorum. Belki olması da gerekmiyor.
Geç gelen cevap için özür diliyorum, ancak vakit bulabildim… Sevgiler bizden.
Haziran 24, 2007 2:17 am
kacakkova
proetcontra selam
ben bir vakit yazdıklarının toplamını okuyup geleyim….luzumsuz kalabalık yapmaktan özle sakınabileceğim sanıyorum…..bu meseleyi sürdürmek gerektir….
Haziran 25, 2007 2:04 am
proetcontra
Estağfurullah… Tamamını okuman daha iyi olacaktır çünkü ayrı zamanlarda toparlamış olsam da üç yazı tek bir yazı aslında, birbirinin devamı. Tolgayla yaptığınız açılımlar hem belli noktaları netleştiriyor, hem olası bağlantılı meselelere geçiş zemini hazırlıyor. Ayrıca hakikat konusunda sanırım Tolgayla önceden başlattığınız bir diyalog var, ifadelerinizin altyapısını anladığıma kanaat getirdiğimde müdahil olacağım. Hakikatin neliği, bilinebilenin neliği ve hakikatle bilinebilen arasındaki ilişki bizim lect’imizi yaratan, ne de olsa.